Blogroll

31 Ekim 2014

Belki Ben Biraz Deliyim. Biraz mı? Hadi Ordan!



Belki de ben kurt kılığına girmiş babaanneyim. Kendi kendimi öldürmeyi başaramadığımdan kurdu kandırıp başkaları tarafından kurt sanılarak öldürülmeyi son çare bildim. Kurt kılığına girmiş babaannenin hayaletiyim. Ne korkunçlu ama!

Belki Rumpelstiltskin in sevdalısı olayım derken altınlarına gözümü diktim. Hani kimse para önemli değil demesin bana dürerim! Bazı bazı ben de materyalistim.

Belki de ben sindrella sendromlu külkedisiyim. ama henüz sindrellaya dönüşemedim. Prensimi bulamıyorum bebeyim! Ayakkabımı gidip gözüne soksam, bak bu benim, ben Sindrellayım, şimdi öyle gözükmeyebilirim ama hayatının aşkı benim, kaybedeyim deme sikerim! Öhm. diyemediğimden desem de anlaşılamadığımdan bu haldeyim. Nerede benim masal perim?

Belki Hansel ve Gretel'in katili cadı benim. Öyle bir yalnızlığa mahkum edilmişim ki karşıma çıkan ilk insanı nasıl seveceğimi bilmeden canından ettim. Çünkü bilirsin, sevmenin azı karar çoğu ölüm! Öyle herkesi her şeyinle sevemezsin. Sevemedim.


Belki iyi olduğumu sanarken kötü, kötüyüm ben diye korkarken iyiyim. Birileri olmaya çalışırken hani belki de hiç kimseyim. Masal karakterlerini bile çarpıtarak kendine oyun alanı yaratan biriyim. Bak bu daha korkunçlu işte! Kendi gerçeğimi kabullenemiyorum ben,çıkacak çivisi bile kalmayan bu düzen mi benim diyeceğim?

Tamam lan o kadar da fantastik değilim.


 Ne var? Sen çok mu normalsin?

26 Ekim 2014

Amelie Nothomb - Kara Sohbet

Bir iş görüşmesi için Paris'e gidecek olan Jerome Angust, uçağının gecikme yapmasıyla birlikte sıkıntıyla bir köşede oturup kitabını okumaya başlar. O sırada son derece sinir bozucu bir yabancı Jerome'u kendisi kadar sinir bozucu bir sohbete katılmaya zorlar, hiç susacak gibi de görünmüyordur. Ve böylece olaylar gelişir ( Ve sohbet gelişir demek daha doğru olacak sanıyorum. )

Kara Sohbet, Amelie Nothomb'un okuduğum ikinci kitabı ve kesinlikle son olmayacak. Takip edenlerim ve arkadaşlarım Nothomb'un Yağmuru Seven Çocuk kitabını ne kadar çok sevdiğimi bilir. Bu kitap da - onun yerini almayacak olsa da - aynı derecede başarılı. Aslında ikisi arasında anlatım ve üslup açısından dünyalar kadar fark var. Yağmuru Seven Çocuk ne kadar naif ve sevimli duygular bırakıyorsa Kara Sohbet de tam tersi bir rahatsızlık içinde geçiyor. Yazarın kim olduğunu bilmesem onun yazdığının farkına bile varmazdım sanırım. Hangi kitabı genel yazım tarzına daha çok yaklaşıyor bilmiyorum, belki de tüm kitapları birbirinden tamamen farklıdır, ki bu da yazdığı her şeyi ne olursa olsun okuyacağım gerçeğini pekiştiriyor sadece. Artık bu kadının kötü bir şey yazabileceğine kesinlikle inanmıyorum. Evet, bu kadar hayranlık sadece iki kitapla!

Kitap hakkında olayın ilerleyişini yansıtabilecek ya da spoiler diye adlandırılabilecek  2 dönüm noktası var - ki ikisinde de sesli olarak 'Hass..' diye tepki vermişliğim söz konusu. Evet, çok terbiyesiz bir okuyucuyum, ne yapalım ^^ - kitabın okuyucuları tarafından Fight Clubvari bir sona sahip olduğu benzetmesinin yapılması da ne kadar şaşırtıcı bir son bekleyebileceğimiz konusunda bir ipucu. Bu dönüm noktası dışında tüm kitap, adından anlaşılabileceği üzere bir sohbetin içinde geçiyor. Ama dil o kadar kuvvetli - çevirmene buradan binlerce teşekkürler - sadece bir sohbet aracılığıyla yavaş yavaş işlenen ve okuyucuya yansıtılan karakterler o kadar başarılı ve kurgusu öyle yerinde ki.. Diyalog yazımının ne kadar zor bir iş olduğu düşünülürse, bir kitabı tamamen diyalog üzerine kurup altından başarıyla kalkabilmek benim için kitabı favorilerim arasına almama yeter de artar bile.

Bıraksam kendimi sabaha kadar öveceğim kitabı ama artık susuyor, sizi alıntılarla baş başa bırakıyorum. Nothomb okuyun, okutun. Pişman olmayacaksınız ^^


'' Okuyan insan, yani gerçekten okuyan insan, başka bir aleme geçer. ''

 '' - O halde Tanrı'nın var olduğuna yine de inanıyorsunuz?
  + Evet, sürekli hakaret ettiğime göre.
  - Neden hakaret ediyorsunuz?
 +Onu tepki vermeye zorlamak için. Ama işe yaramıyor. İnsanlar bile onun kadar sümsük değiller.  Tanrı duygusuzun teki. Görüyor musunuz? Bu kadar hakaret ediyorum, o ise ağzını bile açmıyor.
  - Ne yapsın istiyorsunuz? Üzerinize yıldırım mı yollasın?
 + Siz Zeus'la karıştırıyorsunuz, beyefendi.

'' Ölümde müstehcen bir taraf yoktur. ''

'' - Sizi öldürmesini mi istiyordunuz?
  +Evet, buna ihtiyacım vardı.
  - Siz kudurmuşsunuz.
  +Sanmıyorum. Bence, davranışlarının bir açıklaması olmayan kişiye deli denir. Ben ise, kendiminkileri baştan sona açıklayabilirim. ''

'' Daha önce beni öldüren olmadı. Belki de çok hoş bir şeydir.  İnsan, tatmadığı duygular hakkında önyargılı davranmamalıdır. ''

'' Dostum, kendini bu denli kısır özelliklerle tanımlamana bakılırsa, çözülmesi güç biri değilsin. Bu, insanın beyninin alışılmış bir özelliğidir. İşin özüyle uğraşmamak için ayrıntılarla uğraşırsın. ''


   Bol kitaplı günlere

Geç oldu güç oldu ama Sonunda Bitiriyorum! 28. 29. ve 30. Gün Cevapları ile Book Challenge

 Ya bir kaç gündür aklımda, bir şeyi unutuyorum, bir şeyi unutuyorum, ne unutuyorum? diye dolaştım. Sonra bugün bloga bir gireyim dedim ki meğer meydan okumayı bitirmeyi unutmuşum. Ne güzel hafızam var di mi? :) Herkes - kimisi biraz geç, kimisi 2 3günde bir yazarak da olsa - bitirdi hatta başka mimlere geçti ben daha yeni bitiriyorum. Olsun, kurallara uyamasam da, tamamen aklımdan çıkmış olsa da, her bir yazı için ben ayrı ayrı eğlendim, başkalarının yazdıklarını takip etmekten ayrı keyif aldım, çokça da okunacak yazar/kitap ekledim. Bu meydan okumayı bize getiren sevgili Zihin'e kocaman teşekkürlerimi sunuyorum :) Haydi bitirelim bakalım..


28. Günün Sorusu: En Sevdiğiniz Kitap Adı?

Benim Cevabım: Georges Perec - Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?


Georges Perec çok sevdiğim bir yazar, ancak bu kitabını henüz okumuş değilim. Kitabın adına o kadar aşığım ki, ya hayalkırıklığına uğrarsam, ya içeriği adı kadar güzel değilse diye kendisini okuyamıyorum. Hatta gidon ve kromaj ne demek onu bile bilmiyorum! Ama bilmece, tekerleme gibi ismi var, söyle söyle eğlen .. :)


29. Günün Sorusu: Herkesin Nefret Ettiği Ama Sizin Sevdiğiniz Bir Kitap?

Benim Cevabım: Böyle bir kitap yok sanırım. Yani düşünüyorum düşünüyorum ama çok sevdiğim ve etrafımdakilerin bu ne biçim kitap dediği ya da sevmediği bir kitap bulamadım. Es geçiyoruz o yüzden şimdilik bunu. Bir gün olursa eklerim ^^



30. Günün Sorusu: En en en Sevdiğiniz Kitap? :)

Benim Cevabım:  Ay bu nasıl zor soru!  Benim sanırım tek bir en sevdiğim, tüm zamanların en iyisi'm yok (Heyt, kelimeye gel.. ) Her ruh halimin, yarattığım her alt benliğimin ayrı ayrı kendi en en en sevdikleri var. İçimdeki fantastik dünya sevdalısı çocuk için Harry Potter her zaman en başta olacak mesela. Bezgin ve depresif parçamın her daim yanından ayırmadığı kitap ise Huzursuzluğun Kitabı. Küçük Prens de mutluluğa ve umuda ve gülümsemelere ihtiyacım olan zamanların en sevileni. Mine Söğüt'ün kitapları kendimi araba çarpmış gibi hissetmek, her ne duygudurumu içerisindeysem ondan sıyrılmak için birebir. Öykülere ihtiyacım olduğunda Etgar Keret yanıbaşımda, insan beynine merakım kabardığındaysa Oliver Sacks ilk sıradaki yerini alıyor. Ve eminim ki, daha çok okudukça, yazar keşfettikçe ( 300e yakın kitap anca okumuşumdur zira, utanarak söylüyorum.. ) en en sevdiklerim de artacak. Ayrım yapamıyorum malesef aralarında ve hiç bir zaman da yapamayacağım. O yüzden affınızı dileyerek koskoca meydan okumanın en afilli sorusunu en saçma şekilde bitiriyorum. ^^

Bol kitaplı günler ve geceler size ^^

16 Ekim 2014

26. ve 27. Gün, Okudum Değiştim & İşte Bunu Beklemiyordum

Meydan Okumanın 26. Gün Sorusu: Bir Konuda Düşüncenizi Değiştiren Kitap?

Benim Cevabım:  Murat Bardakçı - Osmanlı'da Seks


Bu kitabı da romandan saymıyoruz ama, şahsen benim Osmanlı ile ilgili pek çok düşüncemi değiştirdiğini söyleyebilirim. Özellikle Nasreddin Hoca Fıkralarının orijinal halleri, cinsel hayatla ilgili tavsiyeler veren kitapları, yazılan çizilen son derece açık şiirler ve tasvirleriyle Osmanlı döneminin farklı bir boyutuna göz atmak isterseniz okuyun derim.


27. Günün Sorusu:  En Şaşırtıcı Sona Sahip Kitap?

Benim Cevabım: Bu cevap için olmayan hafızamı baya zorladım ama bak burada çok şaşırmıştım diyeceğim bir kitap bulamadım maalesef. Ki bunun nedeni de olmayan hafızam kelimelerinde açıkça görülebilir ^^
 Ama yakın bir zamanda okuduğum ve meydan okumanın önceki günlerinden birinde cevap verdiğim Wayne Macauley - Aşçı adlı kitabını seçebilirim. Belki çoğu kişi için sürpriz ya da çok beklenmedik bir son olarak gelmeyebilir ama son sayfalarda ağzım açık kalarak okuduğumu düşünürsek benim için öyle ^^  Ayrıca hafızam daha geriye gitmeme de izin vermiyor, ne yapalım ^^


24. ve 25. Gün, Keşke Daha Fazla Okunsa & En Çok Sana Benziyorum

Eveet meydan okumamız 2 gün önce bitti ve benim daha 7 günlük sorum var. Günler ilerledikçe nedense hafızam da iyice köreldi ve doğru düzgün cevap bulamaz oldum. Ama kararlıyım, gecikmiş de olsa bitireceğim ^^


24. Günün Sorusu: Keşke Daha Çok İnsan Okusaydı Dediğiniz Bir Kitap?

Benim Cevabım:  Aslında şöyle bir durum var, çok severek beğenerek okuduğum bir kitap ya da yazar söz konususysa, keşke daha çok insan okusun diye düşünmedim hiç. Daha çok keşfimi kendime saklamayı seviyorum sanırım. Hele herkes tarafından sevilmeye ve popülerleşmeye başladığında yaşadığım soğumayı ve kıskançlığı anlatamam. Size de oluyor mu böyle? Yalnız değilimdir değil mi :(

Ama illa ki cevap vermek gerekirse, George Ryley Scott'un İşkencenin Tarihi adlı kitabını seçebilirim.


Evet İşkencenin Tarihi bir roman değil, herkese hitap edip ilgisini çekecek bir kitap hiç değil. Ama daha çok insanın okumasını isterdim. Şahsen, tarihin bize anlatılan kısmındansa, insanların yaşantısını kültürünü ve psikolojisini yansıtan kitapları çok seviyorum. Bu kitap da ilk zamanlardan vahşi ırklardan günümüze kadar gelen işkencenin gelişimini, nedenlerini anlatan ve bir noktada insanlığımızı sorgulayan bir kitap. Üstelik hemen her bölümde ayrıntılı olarak o dönemin işkence çeşitlerini bulmak mümkün ( Herkese hitap etmemesinin sebeplerinden biri de bu sanırım. ) Yine de meraklısı için bulunmaz bir hazine olduğunu düşünüyorum, ve geçmişin vahşetine gerçekçi bir bakış açısı sunduğu için de daha çok insanın okumasını istiyorum.



25. Günün Sorusu: Kendinizi En Çok Bağdaştırdığınız Kitap Karakteri?

Benim Cevabım: Esther Greenwood  (Sylvia Plath - Sırça Fanus)



Sylvia, şu zamana kadar kendimi en çok özdeşleştirdiğim, cümlelerinde kendimi bulduğum ve şiirlerinde yaşattığı her duyguyu fazlasıyla yaşadığım bir yazar/şair. Öyle ki kendimi kötü hissettiğim zamanlarda Günlüklerinden bir kaç sayfa açar, aslında umutsuzlukla dolu olsa da o paragraflarında yeniden iyi hissetmeye başlarım. Kendisinin tek ve en bilinen otobiyografik romanının karakteri Esther de doğal olarak kendimi en çok bağdaştırabileceğim karakter. Onun sırça fanusunda kısılıp kalmışlığı, bir gidip bir gelen depresiflikleri, kendini bir türlü hayatla ve içindekilerle bağdaştıramaması, bocalamaları ve yalnızlığı, sanırım uzun yıllar - belki de ölene kadar - benim de hep içinde bulunacağım hissiyatlar. Bir kaç alıntıyla ( evet bunu hep yapıyorum ^^ ) derdimi daha iyi anlatabilirim sanırım.

" İçlerinden hangisinin konuştuğunu saptamaya çalıştım. bir insan topluluğuyla konuşmaktan nefret ederim. bir toplulukla konuşurken her zaman içlerinden bir tanesini seçip sözlerimi ona yöneltirim ve konuştuğum sürece ötekilerin de gizliden gizliye bana bakıp hakları olmadan dinledikleri duygusuna kapılırım. nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, "iyiyim" demenizi beklemeleridir."

“Uzaklarda kusursuz bir erkek görüyor ama o erkeğin yakına gelir gelmez hiç de uygun biri olmadığını anlıyordum… Hiç evlenmek istemeyişimin nedenlerinden biri de buydu. Hayatta en son istediğim şey sonsuz güvenceye kavuşmak ve okların atıldığı yay olmaktı. Ben değişiklik ve heyecan istiyordum. Dört Temmuz bayramındaki havai fişeklerden fışkıran rengârenk kıvılcımlar gibi her yöne atılmak istiyordum.”


'' Yaşamımın, öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum. Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, göz kırpıyordu. İncirlerden biri, bir eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı. Bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım bir sürü incir daha vardı.Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum. Ve incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı isityordum incirlerin ama birirni seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti. Ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararmaya başlıyor ve birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardı.  ''

Ve Son Olarak:

'' İstediğim bütün kitapları okuyamam; olmak istediğim bütün insanlar olamam ve istediğim hayatları süremem… İstediğim bütün becerileri edinemem. öyleyse ne istiyorum? Yaşamak ve hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini, tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum ve berbat bir şekilde kısıtlıyım. ''     


13 Ekim 2014

20. 21. 22. ve 23. Gün

Evet meydan okumanın bitmesine bir gün kalmış ama ben daha 20. gündeyim, üşengeçliğime selamlar ^^

20. Günün Sorusu: Favori Aşk Romanınız?

Benim Cevabım: Elif Şafak - Aşk dermişim sşldfdssdf. Ya o kadar zorluyorum hafızamı, kitap listelerime bakıyorum ama aşk romanı diye adlandırabileceğim ya da aklımda kalan güzel bir aşkı işleyen hiç kitap bulamadım. Kolaya kaçmıyorum vallahi, kafa patlattım o kadar ama yok işte :/ Odunsam demek ki.

21. Günün Sorusu: Okuduğunuzu Hatırladığınız İlk Kitap?

Benim Cevabım: Sanıyorum Christy Brown - Sol Ayağım idi. Ama bunun dışında hiç bir şeyini hatırlamıyorum malesef :/



22. Günün Sorusu: Sizi Ağlatan Bir Kitap?

Benim Cevabım: Harry Potter - Melez Prens. 


 Evet şimdi kolaya kaçıyorum işte :) Dumbledore'un ölümüyle gözyaşlarına boğulmayan bizden değildir. ^^


23. Günün Sorusu: Uzun zamandır okumak isteyip de okuyamadığınız bir kitap?

Benim Cevabım: Aslında çoğu klasik eseri bu soruya cevap olarak seçebilirim, efendim Dostoyevskiler Tolstoylar Çehovlar Hemingwayler bunların çoğunu okumadım. Ve Zihnin Arka Sokakları sağolsun bir süredir içimde Virgina Woolf'a karşı derin bir merak uyandı, onu da hala okuyabilmiş değilim. Ama şu an için en çok okumak istediğim kitap ve cevabım ' Doctor Who - Shada ' olacak. Okuyamamak değil de, okuyup bitmesini ve ilk kez okumanın vereceği heyecanı olabildiğince ertelemek istemekten kaynaklanıyor. Haftalardır, o bana, ben ona, birbirimize uzaktan bakarak vakit geçiriyoruz. Bakalım ne zaman atacağım elimi ^^

7 Ekim 2014

18. ve 19. Gün

19. Günün Sorusu: Sizi Hayal Kırıklığına Uğratan Bir Kitap?

Benim Cevabım: Jean Teule - İntihar Dükkanı


Bu kitabı bir blogda görerek almaya karar vermiştim. Konusu çokça ilgimi çekmişti ve bir kaç yorumu da inceleyince büyük beklentiler içine girerek aldım. Ama neden bilmiyorum, herkesin bayılarak okuduğu bu kitabı ben bir türlü sevemedim. Beklediğim etkiyi vermedi, konular ve hatta bazen cümleler birbirinden oldukça kopuktu ve sonuna kadar okuyabilmek için cidden zorlandım. Sanırım bunda çevirinin etkisi büyük ve belki biraz da beklentilerimin yüksekliği, ama sonuç olarak intihar dükkanı beni hayal kırıklığına uğratan kitaplar arasında baş sırada yerini aldı.


19. Günün Sorusu: Filme Çekilmiş En Sevdiğim Kitap?

Benim Cevabım: Kolaya kaçıyorum ama yapacak bir şey yok, Yüzüklerin Efendisi - Kralın Dönüşü ^^



Çok tatlı değil mi ya? Al eve besle ^^


Yine geriden takip ederek geldiğim Challenge'ın 20. Gününde görüşmek üzere ^^

1 Ekim 2014

Meydan Okuma 16. ve 17. Gün

16. Günün Sorusu: En sevdiğiniz Kadın Karakter?

Benim Cevabım: Sahilde Kafka, Saeki Hanım


Sahilde Kafka, Murakami'nin açık ara en sevdiğim kitabı. Saeki Hanım'sa şu an aklıma gelenlerden en sevdiğim kadın karakter. Güçlü bir kadın değil belki, hepimizin görmek istediği bir şeyler başaran, kendi ayakları üzerinde durmayı becerebilen, mantıklı bir 'kahraman' profili çizmiyor ama sanırım onda kendimi buluyorum. Gençliğinde yaşadığı aşkın izlerine tutunup, geçmişte yaşayan ve anılarının lanetinden kurtulamayan Saeki Hanım'ı kendime çok benzetiyorum. Söyledikleri, hissettikleri, hüzünle karışık bir tanıdıklık hissi veriyor bana. Bu yüzden de çok seviyorum, onu ve asla onarılamayacak kırıklıklarını.
 Kitabı okuyalı uzun zaman oldu o yüzden ayrıntılı bir şekilde anlatamayacağım, en iyisi yine alıntıların gücüne başvurayım ben ^^

 Ben de on beş yaşımdayken özel bir dünyam olsun istemiştim” dedi Saeki Hanım gülümseyerek. “Hiç kimsenin uzanamayacağı, zaman akışının durduğu bir yer.”
“Fakat bu dünyada öyle bir yer yok.”

“Haklısın. O yüzden ben de böyle yaşıyorum işte. Yaralar almaya devam ettiğim, yüreğimin her gün biraz daha değiştiği, zamanın durup dinlenmeden akıp gittiği bir dünyada.”

 Saeki Hanım masanın üstündeki ellerine bakıp sonra da Nakata’nın yüzüne baktı. “Anılar, insanın vücudunu içten içe ısıtan şeylerdir. Fakat aynı zamanda insanın içini lime lime de edebilirler.”
Nakata başını iki yana salladı. “Zor bir sorun. Anının ne olduğunu bendeniz Nakata tam olarak anlayamadım. Bendeniz Nakata için şimdiki zamandan başka bir şey yoktur.”

“Nedendir bilmem, bense tam tersiyim” dedi Saeki Hanım.

Sembolize ettiği şey belirli bir zaman, belirli bir yer olmalıydı. Elbette, belirli bir ruh hali. Şans eseri
bir karşılaşmadan çıkarılıp getirilmiş bir ruh gibiydi işte. Asla kirlenmeyecek, ebediyen çocuksu ve masum anılar onun çevresini bahar havası gibi sarmıştı sanki.

“Saeki Hanım’ın yaşamı, oğlanın öldüğü yirmi yaş noktasında donup kalmış âdeta. Hayır, o nokta belki de yirmi yaş noktası değil, biraz öncesidir. İşin orasını tam olarak bilemiyorum. Fakat senin bunu aklına kazıman gerek. Onun ruhuna çakılan saatin ibresi, oralarda bir yerde durmuş. Elbette, dışarıdaki zaman her zamanki gibi akıp gidiyor, ama o bu akıştan etkilenmiyor gibi. Saeki Hanım için zaman neredeyse önemsizdir.”


17. Günün Sorusu: Favori Kitabınızın Favori Alıntısı?

Benim Cevabım: Fernando Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı'ndan geliyor,

“Ben böyleyim işte, işe yaramaz ve duyarlıyım, ister iyi olsun ister kötü, soylusundan ya da bayağısından bütün coşkulara olanca varlığımla kaptırabilirim kendimi – ne var ki asla kalıcı bir duygu, asla ruhun özüne nüfuz eden, kalıcı bir heyecan duyamam. (…) Her şey ilgimi çeker, ama hiçbir şey beni avucunda tutamaz. Durmaksızın düş kurarak, yapılmadık iş bırakmam; karşımda konuşan kişinin yüzündeki mimikleri en ince ayrıntısına kadar yakalarım, cümlelerindeki milimetrik sapmaları fark ederim; ne var ki, duyduğum halde asla onu dinlemez, bambaşka şeyler düşünürüm ve aramızda geçen konuşmadan en az anımsadığım, o sırada sarf edilen sözler olur – hem onunkiler hem benimkiler.”

 Bu paragraf tam anlamıyla beni anlatıyor. Pessoa'ya bir kez daha bir hissiyatı söylenebilecek en güzel şekilde tarif ettiği için hayranlık duyuyorum ve izninizle kendime torpil geçip aynı kitaptan bir alıntı daha paylaşıyorum ^^

“İnsan, ilginç ya da yararlı ne anlatabilir? Başımıza gelmiş olan şeyler, ya herkesin başına gelmiş ya da yalnızca bizim başımıza gelmiştir; ilk durumda bayatlamıştır, ikinci durumda da bizden başkası anlayamaz onları.”

Meydan Okuma 14. ve 15. Gün

14. Günün Sorusu: Filmi Çekilen ve Mahvedilen Bir Kitap?

Benim Cevabım: Tabi ki Harry Potter!


Tamam, filmler - o kadar da- kötü değil. Yani çok fazla değil. Kitapları okumamış biri için fena bile sayılmaz. Ama bendeniz her bir kitabı en az iki kere okuyup ardından filmleriyle karşılaştırma yaptığımı düşünürsek - evet, çok boş vaktim var - benim için onlar tam bir işkence!

İlk film ve son filmle pek bir alıp veremediğim yok, genel olarak kitaplarıyla paralel gidiyorlar ama arada kalan filmler, ah o filmler... Bir kitabı filme uyarlarken bazı çıkarmalar yapılmasını, yeniden düzenlenmesini vs anlarım. Sinema öğrencisiydim neticede, neyin nasıl yapılması gerektiğine dair az çok bir fikrim var. Ama insan uyarlıyorum derken bu kadar saçmalar mı ya? Misal Hermione'nin E.R.İ.T mücadelesi, Kreacher'ın Harry'ye itaat etmeye başlaması, bir noktadan sonra Harry'nin teyzesiyle arasında gelişenler, Harry'nin her yaz o eve dönmek zorunda oluşunun nedenler, Dudley'nin bile çok az da olsa tavırlarının değişimi, Voldemort'un ismini ananların takipte olması ve üçlümüzün bu sebepten yakalanması vs vs bunlar hiç yok!1! Aklıma gelen belli başlı olaylar bunlar, ama çok daha fazlası var tabi. Filmlerde o kadar gerekli yerleri çıkarılmış ve o kadar gereksiz şeyler eklenmiş ki, konular atlaya atlaya falan gidiyor. Sadece filmleri izlemiş olsam eminim çoğu mantıksız gelirdi ve böyle bir Harry Potter hayranı olmazdım. O yüzden lütfen, Potter'a çocuk filmi o, çok saçma o şöyle böyle diyen arkadaşlar kitaplarını okuyup yeniden bir şans versinler ^^

P.s. Ana üçlümüzün oyunculuklarını da hiç beğenmiyorum! Huh.



15. Günün Sorusu: En Sevdiğiniz Erkek Karakter?

Benim Cevabım: Harry Potter - Severus Snape


Kolaya kaçıyor gibi görünmek istemem ama bana bıraksanız bu meydan okumanın her gününü Harry Potter'la doldurabilirim sanırım. Okuduğum kitaplardaki karakterleri doğru düzgün hatırlamayışımla kesinlikle alakası yok. Zaten çok sevdiğim bir karakter olsa unutmazdım di mi ^^

Evet Snape'e başından itibaren fazlasıyla sinir olduğum doğrudur. Ama aynı zamanda ilk kitaptan itibaren Harry'yi bir anlamda koruduğunun da farkındaydım. Ne olmuş çocuğa bir bok parçası gibi davranıyorsa? Ne olmuş kendi sınıfını kayırıyor ve sevmediği herkese cehennem azabı yaşatıyorsa? Ne olmuş bir zamanlar Ölüm Yiyen idiyse? İnandığı doğrulardan hiç bir zaman şaşmayan, Dumbledore'a olan sadakatiyle hepimizi şaşırtan, gençliğinde çok fazla itilip kakılmasının ve dışlanmasının sonucu olarak korumacı ve soğuk bir insana dönüşen Snape'i sevmemek elde değil. Ayrıca kendisi bir aşk adamı! Harry her ne kadar onun en büyük düşmanını hatırlatsa da, ona kötü davransa da, Lily'ye olan aşkını bize ve Dumbledore'a kanıtlıyor, ve sevdiği kadının hatırası adına Harry'yi korumaktan hiç vazgeçmiyor.Adam gibi adam Snape. Unutmayalım, unutturmayalım! ^^

Kitap Meydan Okuması 12. ve 13. Gün

 Merhabaa!

Küçük bir internet probleminden dolayı bu sefer 1değil 2değil bir kaç gün birden geride kaldım. Nedense bir gün bile kaçırıp yazmasam kendimi kötü hissediyorum, galiba bu challengela aramızda bir bağ oluşmaya başladı o.O O yüzden hemen telafiye geçiyorum ^^

12. Günün Sorusu: Hem Sevdiğiniz Hem Nefret Ettiğiniz Kitap Hangisi?

Benim Cevabım: Frank Schatzing - Sürü


Hayatımın bir bölümü vardı ki, sürekli çoksatan listesinden kitaplar okuyordum. Adı sanı bilinmeyen 2 günde unutulacak yazar ve kitaplara fazla itima etmedim ama bu bir gerçek, pişman da değilim ^^

Sürü bu soruya tam bir cevap niteliğinde değil aslında, aynı anda hem sevip hem sevmediğim bir kitap olarak düşünebiliriz. Baya uzun bir kitap, aslında gerçekten sevdim ama ilk 200-300 sayfası o kadar ağır ilerliyor o kadar olaysız ve düz geçiyordu ki kitabın bir kısmından gerçekten bunalmamı sağladı. Eğer bu unsuru saymazsanız ve ben kitabın dörtte birinde yeteeer bu nasıl kitap demeyi göze alıyorsanız geri kalanında gerçekten sürükleyici bi okuma sizi bekliyor, önerebilirim ^^


13. Günün Sorusu: En Sevdiğiniz Yazar Hangisi?

Benim Cevabım: Hmm. Hımm. Hımmm.

Sanırım meydan okumanın en zor sorusu bu, en sevdiğim yazar olarak tek bir kişiyi seçemiyorum çünkü! Sylvia Plath'i, yazarlığından çok şairliği ön planda olduğundan bu cevaba yazmıyorum. Ama kendisi benim favorilerimden ( şiirlerinden birisi vücuduma dövme olarak çoktan kazındı bile )

David Foster Wallace, Georges Perec, Mine Söğüt, Amelie Nothomb da en sevdiklerimden.
Ama sanırım bir kişi seçmem gerekirse içinde bulunduğumuz dönem için cevabım Haruki Murakami olacak.


Kendisiyle tanışalı 1 yıldan biraz daha uzun bir süre oldu. Ama bu kısa süre onu en sevdiğim yazarlar listesine koymaya engel değil ^^ Büyülü anlatımı, hayal gücü, kitaplarında yarattığı fantastik, aynı zamanda gerçek dünyalar.. Karakterlerinin hemen hepsinin kendine özgü olması, entelektüel karakterlerin fazlaca bulunması. Kitap sevgisinin, kaliteli müziğin ve kedilerin eksik olmadığı hikayeler.. Sanırım sevmem için yetiyor da artıyor bile :) Okuyun Murakami'yi, ne dediğimi anlayacaksınız ^^

“ Şu dünyada insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. Bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcı şeylerdir. Bu her şeyde böyle olur. Benim sıkılmaya harcayacak zamanım var, ama bir şeylerden bıkmaya harcayacak zamanım yok. Çoğu insan bu ikisi arasındaki ayrımı yapamaz.”

“ Yerine göre, kader dediğimiz şey, dar bir yerde sürekli yönünü değiştirerek dönüp duran bir kum fırtınasına benzer. Sen de, ondan kurtulmak için ayağını bastığın yeri değiştirirsin. Bunun üzerine fırtına da sana ayak uydurmak için yönünü değiştirir. Bir kez daha bastığın yeri değiştirirsin. Tekrar tekrar, sanki şafaktan hemen önce ölüm tanrısıyla yapılan uğursuz bir dans gibi, aynı şey tekrarlanıp gider. Neden dersen, o fırtına uzaklardan çıkıp gelmiş herhangi bir şeyden farklıdır da ondan. O fırtına aslında sensindir. O yüzden yapabileceğin tek şey, teslim olup ayağını dosdoğru fırtınanın içine daldırarak, gözlerini kum girmeyecek şekilde sımsıkı kapatıp adım adım fırtınanın içinden geçmektir. Orada, muhtemelen ne güneş ne de ay, hatta ne yön ne de zaman vardır. Orada, kemikleri bile parçalayacak kadar keskin beyaz kum tanecikleri gökyüzünde dans eder. İşte öyle bir kum fırtınası canlandır gözünde.''   

“ Birçok şeyin seninle ilgisi yok. Benimle de ilgisi yok. Ne kehanetle ne de lanetle ilgili. Ne DNA’yla ne de düzensizlikle. Yapısalcılık yüzünden olmadığı gibi, üçüncü sanayi devrimi yüzünden de değil. Hepimizin böyle çöküp gitmesi, dünyanın kurgusunun çöküş ve yitim üzerine kurulu olmasından. Bizim varlığımız o prensibin gölgesinden başka bir şey değil. Rüzgâr eser. Hırçın rüzgârlar da vardır, insanın ruhunu okşayan rüzgârlar da. Fakat tüm rüzgârlar, gün gelir yitip gider.''

“Aşk dediğin, dünyayı yeniden inşa etmek demektir. O yüzden, insana her şeyi yaptırabilir.”
                                                                                                       

25 Eylül 2014

10 ve 11,İki Gün Bir Arada: Bana Evi Hatırlatan ve Nefret Ettiğim Kitaplar

İkinci fireyi de dün itibariyle vermiş bulunuyorum :) Tebrikler bana ^^ Çok uyumaktan hiç uyumamaya bir anda geçip gün boyu taşınan arkadaşımın evini temizlemekle uğraşınca eve gelip uyuduğu anı bile hatırlamayabiliyor insan. Ki ben yanımda en azından 1 şişe su olmadan ya da bir sigara içmeden uyuyamayan bir insanım, suyumun ve sigaramın bitmiş olmasına aldırmadan ölü gibi kalmışım yatakta ^^ O yüzden 2 günü birden aradan çıkarıyorum yine.

Dünün sorusu: Size Evi Hatırlatan Bir Kitap?

Cevabım: İpek Ongun - Bir Genç Kızın Gizli Defteri Serisi


Hakkında söyleyecek pek bir şeyim yok. Zaten 20li yaşlardaki hemen herkesin okuduğu bir seri bu yanlış hatırlamıyorsam :) Bana bu kitaplar annemle yaşadığım ilkokul zamanlarını ve o zamanki evimizi hatırlatıyor. Zaten annem kendi ülkesine gidip de babamla kalmaya başladığımdan beri hiç bir yeri evim gibi hissettiğim söylenemez. O yüzden bu serinin benim için anlamı fazla.



Bugünün Sorusu: Nefret Ettiğiniz Kitap?

Cevabım: Sanırım bu soruya cevabım yok. Sevmediğim kitaplar oldu tabi ki ama şimdiye kadar bir kitaptan nefret ettiğimi hiç hatırlamıyorum. :/ Umarım boş bırakma seçeneğimiz vardır :) Ama eğer illa ki cevap vermem gerekiyorsa Zihin'den kopya çekip Marquis De Sade'in Yatak Odasında Felsefe kitabını seçebilirim



^^ Nefret etmemiştim ama gerçekten, gerçekten hiç sevmediğimi hatırlıyorum. Vasat, tiksindirici ve hiç bir edebi olmayan bir kitap gözümde.


Yarının Sorusu: Hem Sevip Hem Nefret Ettiğin Bir Kitap?

Görüşmek üzere ^^

23 Eylül 2014

9. Gün, Sevmeyeceğimi Düşünüp Sonunda Sevdiğim Bir Kitap

Son iki saat kala 9. güne yetiştim. Neden bu hastalıklar hep arka arkaya gelmek zorunda diye isyan etmek istiyorum ama birden soğuyan havada pencere açık yattığım için isyana pek hakkım yok galiba ^^

Bugünün sorusu: Sevmeyeceğinizi Düşünüp Sonunda Sevdiğiniz Bir Kitap?

Benim cevabım: Wayne Macauley - Aşçı


Hastalıktan işlemeyi unutan beynimden dolayı bugün biraz kolaya kaçıp en son okuduğum kitabı seçiyorum.

Kitaba ilk başladığımda, virgül kullanılmaması, cümlelerin devrik ve uzun olması yüzünden - imla hatalarının da büyük etkisi var ama sanırım hepsi bilinçli olarak kullanılmış - sevemeyeceğimi düşünerek okudum. İlk 30 - 40 sayfa da bu şekilde geçti ama sonraki sayfalarda sevmeye başladım ve sonuna geldiğimde ise ağzım açık bir şekilde bitirdim.

 Kitabın konusu şöyle: İşledikleri suçlar yüzünden ıslah edilmek için aşçı okuluna gönderilen gençlerin hikayesini, aralarında en büyük ve en hırslı olan Zac adlı kahramanımızın ağzından dinliyoruz. Ki kitabı ilk başta sevmeme nedenlerimden biri de bu karakter. Normalde kötü ya da iyi gözetmeden herkes okuduğu kitabın ana karakterlerinden biriyle özdeşleşmek - hiç değilse hareketlerini anlayabilmek ister. Bu kitapta ise tek bir ana karakter var ve o da gerçekten itici biri. Evet belki hırslılığı, kısa sürede aşçılık konusunda ilerleyişi ve hiç bir zaman karakterinden ve hedeflerinden ödün vermeyişi gerçekten karakteri çekiyor ama öyle itici sebeplere sahip ki (çekinmeden sosyopat bir karakter olduğunu söyleyebilirim) insan okurken gerçekten rahatsız oluyor. Kitabın sonu da zaten bunu kanıtlar nitelikte.
 Ama yine de gerçekten severek bitirdim. Karakter bilerek bu şekilde oluşturulmuş ve sisteme yapılan eleştiriler Zac'in ağzından ve düşüncelerinden çok iyi bir şekilde aktarılmış. Hatta bazı yerlerde bu hale geldiği için ona acıyorsunuz bile. Tamam, sonu hariç ^^ Yine de herkes için önerebileceğim bir okuma değil Aşçı.


Yarının Sorusu: Size Evinizi Hatırlatan Bir Kitap

Bol kitaplı günler, hasta olmayın e mi ^^

22 Eylül 2014

Gecikmeli 7. Gün ve 8. Gün

 Evet, yaklaşık bir kaç saat önce uyku ilacıyla geçirmeye çalıştığım diş ağrısından ve ilaçlı rüyalarımdan uyandığımda 7. günün yazısını yazdım, ama sonra içime sinmedi ve ikinci kez farklı bir kitapla yazıyorum bugünün cevabını. (Edir: Yine uyuyakalarak o bir kaç saati 15 - 16 saat haline getirdim, neyse en azından artık dişim ağrımıyor. )

Sorumuz: Sizi Güldüren Bir Kitap

Cevabım: Etgar Keret - Tanrı Olmak İsteyen Bir Otobüs Şoförü


"Şimdi bir meleğim galiba. Yani kanatlarım var, başımın üzerinde de bir hale. Benim gibi yüzlerce insan var burada. İlk geldiğimde herkes yere çömelmiş benim bir kaç hafta önce boruya yuvarladığım misketlerle oynuyordu.
Cennet'in hayatlarını iyilik yapmaya adamışların yeri olduğunu sanırdım, ama öyle değilmiş. Tanrı böyle bir karar vermeyecek kadar merhametli ve müşfik. Cennet dünyada gerçekten mutlu olamayanların yeri. Bana buraya kendilerini öldürerek gelenlerin hayatlarını tekrar yaşamaları için dünyaya geri gönderildiklerini söylediler, çünkü ilk seferinden hoşnut kalmamaları ikinci seferinde uyum sağlayamayacakları anlamına gelmiyor. Ama gerçekten uyum sağlayamayanların sonunda geldikleri yer burası. Hepsi değişik yollardan gelmişler cennete. 
Buraya Bermuda Şeytan Üçgeni'nin belli bir noktasında uçağa takla attırarak gelen pilotlar var. Mutfaklarındaki dolaplara girerek gelen ev kadınları var. Sırf içlerine girip buraya gelmek için uzayda topolojik bükülümler keşfeden matematikçiler var. Şayet orada çok mutsuzsanız ve birileri size ciddi bir algı sorununuz olduğunu söylüyorsa, buraya gelmek için kendi yolunuzu bulmak zorundasınız. Bulursanız lütfen bir deste iskambil kağıdı getirin, çünkü misketten gına geldi."


Başlamışken 8. Gün Sorusunu da aradan çıkarayım: Sizce En Çok Abartılan Kitap?

Cevabım: J. D. Salinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar


Tamam vurmayın. ^^ Nedenini bilmiyorum ama ben bu kitabı bir türlü sevemedim. Gerçekten çok büyük beklentilerle başladığım için olabilir, okumak için yanlış bir zaman seçtiğim için olabilir ama bitirip de kapağını kapattığımda aklımda kayda değer hiç bir şey kalmamıştı. Okudum, bitirdim ve tamamen aklımdan çıktı. O yüzden neresini sevmedin bak şöyle böyle diye üstüme gelmeyiniz zira hiç bir şey hatırlamıyorum ^^ 


Yarının Sorusu: Sevmeyeceğini Düşünerek Başladığın Ancak Sonunda Sevdiğin Bir Kitap?

20 Eylül 2014

6. Gün - Beni Mutsuz Hissettiren Bir Kitap


 Meydan okumanın şu ana kadar beni en çok zorlayan sorusuyla 6. günden merhaba!

 Bugünün sorusu: Sizi Mutsuz Eden Bir Kitap?

 Benim için bugünün zorlu olmasının nedeni, kitaplığımda beni mutsuz hissettiren pek çok kitap olması. Özellikle depresif ve umutsuz hissettiğim zamanlarda bu tarz kitapları daha çok tercih ediyorum ki mutsuzluğuma bir anlam çıkarayım, söyleyemediklerimi kitap satırlarında bulayım, yalnız olmadığımın farkına varayım, en azından sebepsiz yere değil de kitap yüzünden mutsuz olayım. Mazoşist miyim neyim!

 Cevabım ise: Georges Perec - Uyuyan Adam


Sanırım bu kitap dünyanın en karamsar kitaplarından biri, aynı zamanda bu zamana kadar okuduğum en başarılı, en keskin kitaplardan da biri. Herkese - hatta çoğu kişiye göre - olmayabilir ama bunu okuyup da Perec'in dehasından şüphe edecek birini tanımıyorum.

Kitap hakkında çok fazla şey söylemeyeceğim, yine alıntılar kendini anlatsın diyorum.. ^^

"Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, bir şeylerin yolunda gitmediğini, açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun." 18

"Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. kendini-nasıl demeli?- dayanıklı hissetmiyorsun artık: sana bugüne kadar güç veren -öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun-, yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun, neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma, dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor." 18

'' Mutsuzluk üzerine atılmadı, üzerine çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. Büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; direşken ve sabırlı, incecik zorlu mutsuzluk, tavandaki çatlakları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklıklarını, dizilmiş oyun kağıtlarını ele geçirdi. Saint-Ronc’un çanı her çeyrek saati vurduğunda onunla birlikte çınladı. '' 78 


"Zamanla, duyarsızlığın inanılmayacak bir hal alıyor. Gözlerinde parıltıdan eser kalmamış, siluetin tam anlamıyla çökmüş. Bıkkınlıktan, burukluktan eser taşımayan bir dinginlik gelip yerleşmiş dudaklarının kenarına. Dokunulmaz biri olarak, giysilerinin ağırbaşlı yıpranmışlığı, adımlarının yansızlığı tarafından korunarak sokaklarda geziniyorsun. Öğrenilmiş hareketleri yapıyorsun sadece. Ancak gerekli olan sözcükleri sarf ediyorsun." 61

'' Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, göz alıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun; dünyayla senin arandaki köprüler sonsuza dek atılsın istiyordun. Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç. ''

              Yelena Bryksenkova'nın çizimiyle Georges Perec

"İnsanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye onlardan nefret edesin ki? Ne diye kendinden nefret edesin ki? Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar âleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan yaratma makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet. '' - Arka kapak tanıtım yazısı



Önemli Not: Bu kitabı, lütfen, mutluysanız ya da kendinizi iyi hissediyorsanız okumayın. Tüm yaşam enerjiniz içinizden çekildikten sonra ne okuttun bana, bu nasıl kitap şeklindeki şikayetleriniz dikkate alınmayacaktır.


Yarının Sorusu: Sizi Güldüren Bir Kitap?

19 Eylül 2014

Kitap Meydan Okuması 5. Gün

Geldik 5. güne! Bugünün sorusu, Sizi Mutlu Eden Bir Kitap?

Benim cevabım ise Amelie Nothomb - Yağmuru Seven Çocuk


 Amelie Nothomb bu kitapta hayatının ilk 3 yılını anlatıyor. Kitabın tanıtım yazısında da dediği gibi, bir insan ilk 3 yaşını hatırlar mı demeyin diyorum ben de, çünkü hatırlarmış.

  Genelde kitapları eğer birilerinin önerisiyle aldıysam sürpriz olsun diye arka sayfalarını ya da tanıtım yazılarını okumamaya dikkat ederim. O yüzden ilk sayfalarda, dünyaya gelip her şeye tepkisiz kalan bir tüp olarak bahsedilen bir Tanrı'yla karşılaşınca nasıl bir şaşkınlık yaşadığımı siz tahmin edin ^^

 Evet, kitabımızın yazarı ve baş karakteri, kendini önce Tanrı olarak tanımlıyor, daha sonra doktorlar ve ailesinin kendisini bitkisel hayatta sandığı  ilk 2 yılında kendinden tüp olarak bahsediyor. Ve önceki sessizliğinin acısını - ta ki babaannesinden aldığı çikolataya kadar - yine bir Tanrı olarak çıkarıyor. Evlerindeki aksi bir bakıcısını saymazsak, herkesin onu tapınacak derecede çok sevmesi ve her hareketinin hayranlıkla izlenmesi de bu görüşünü iyice kanıtlıyor. Tabi ki o bir Tanrı! Herkes onu seviyor, onun olduğu yerde çiçekler açıyor bahar kendini müjdeliyor, onun olduğu yerde sevgi ve hayat var, başka ne olabilirdi ki?

 Sadece şu an adını hatırlayamadığım bakıcısı onun bu görüşünü paylaşmıyor gibi ve bu durum Amelie'nin Tanrı olduğu görüşünü sarsmak bir yana daha da güçlendiriyor, üstelik bakıcının sürekli mutsuz olmasını da kendisine inanmadığı ve o sonsuz ilahi sevgisinden yararlanamadığı için olduğunu düşünüp ona acıyor.

 Hele denizde boğulup da kimsenin kurtarmaya gelmeyişini, İsa'nın çarmıha gerilmesi ve yine kimsenin ona yardım etmeyişiyle bağdaştırdığı bir yer var ki, - ki Tanrı olduğu inancını güçlendiriyor bu benzetme sadece - böyle güzel bir anlatım görmemişsinizdir.

 Daha çok kitabın tanıtımını yapmış oldum ama neden beni mutlu ettiğine gelirsek, Nothomb'un dili gerçekten sade ve içinize öyle işliyor ki, 3 yaşında bir çocuğun düşüncelerini ve hislerini okuduğunuzdan kesinlikle şüphe etmiyorsunuz. Betimlemeleri, şaşkınlıkları, yaşadıklarıyla kitap, daha doğrusu Amelie sizi tamamen içine çekiyor ve onunla birlikte gülüp, ağlayıp onunla birlikte mutlu oluyorsunuz. Her okuduğumda içimi tuhaf bir huzur ve sakinlik kaplıyor.

  Kitaptan bir kaç alıntıyla ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim sanırım ^^

 '' Başlangıçta hiç bir şey yoktu. Bu hiçlik ne boştu, ne de muğlak: Kendinden başka hiçbir şeyle adlandırılamazdı. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Dünyada hiçbir şeyi boşuna yaratmazdı. Hiçlik ona uygun olmaktan ziyade onun için iyiydi: Onu dolduruyordu..

.. Canlıların gözlerinin çok şaşırtıcı bir özelliği vardır: Bakış. Bundan daha ilginç hiçbir şey yoktur. Ne insanın kulaklarının duyuşu var denir, ne de burnunun koku alışı ya da soluyuşu.
  Bakış nedir? Anlatılamaz. Hiçbir kelime onun olağanüstü özünü ifade edemez. Ama bakış vardır. Dahası, bu denli var olan pek az gerçeklik vardır.
  Bir bakışa sahip olan gözler ile olmayan gözler arasındaki fark nedir? Bu farkın bir adı vardır, bu hayattır. Hayat, bakışın başladığı yerde başlar.
  Tanrının bakışları yoktu. ''


 '' Kuşkusuz daha önce de cinsel bir ayrım olduğunu fark etmiştim, ama bu durum sinirimi hiç bozmamıştı. Dünya üzerinde pek çok ayrım vardı: Japonlar ve Belçikalılar (kendini Japon gören benim dışımda tüm beyazların Belçikalı olduğunu sanıyordum), küçükler ve yetişkinler, nazikler ve kabalar vs. Kadının ya da erkeğin diğerleri gibi bir karşıtlık olduğunu sanıyordum. İlk defa, bu işte bir bir yeniği olduğundan şüpheleniyordum.
  Bahçede, direğin altına dikildim ve sazanı incelemeye koyuldum. Kardeşimin benden fazla nesini çağrıştırıyordu ki? Hem erkek olmanın nesi bu kadar harikaydı ki onlara bir ay ve bir bayrak adıyorlardı? Hem de böylesi hoş açelyaların ayını? Oysa dişiliği ne bir flama ithaf ediyorlardı ne de bir tek gün! ''

 Bu sefer baya uzun bir post oldu, elimden gelse zaten incecik kitabın yarısını burada paylaşacaktım ama tutuyorum kendimi ^^ Amelie Nothomb ne güzel insandır. Yağmuru Seven Çocuk ne güzel kitaptır. Siz de okuyun efendim. Böyle şaheserler kolay bulunmuyor.

 Yarının sorusu: Sizi Mutsuz Eden Bir Kitap?


Aynen Öyle.


İyi geceler arkadaşlar! ( Tanrım sen bana postlara giriş cümlesi yazabilme yeteneği ver,Amin. )

Hazır düzenli olarak bloga uğruyorken muhtemelen devamı zar zor gelecek bir seri başlatmaya karar verdim. Sevdiğim takip ettiğim dizilerden, blog başlığından da anlayabileceğiniz üzere 'Aynen Öyle' dediğim bazı alıntıları caps eşliğinde paylaşmak istiyorum. Komikli ya da ciddili olabilir, hayat dersi verebilir ya da son derece saçma olabilir çümkü benim ruhum saçma. Umarım siz de benim kadar eğlenirsiniz ^.^

Gilmore Girls'ü son izlememin üzerinden 1 yıl geçmiştir sanırım ama diziye olan aşkım hala hız kesmeden devam ediyor. Bu geceyi ve ilk postu da bu nedenle - acıkmış olmamla hiç alakası yok - Lorelai Gilmore ve onun yiyecekler hakkındaki eşsiz bilgeliğine adıyorum.

Here we go!






Lorelai her zaman güçsüzün yanındadır!





Congratulations, you've been Gilmored! ( Bunu yapmasam içimde kalırdı eheh ^^ )


18 Eylül 2014

Kitap Meydan Okuması 4. Gün


3. Günün devamı niteliğindeki 4. gün sorumuzla kitap meydan okumasına devam ediyoruz sevgili seyirciler ( Bir an kendimi televizyon programında zannettim hatlar karıştı kusura bakmayın :D )

Bugünün sorusu: En Sevdiğiniz Serinin En Sevdiğiniz Kitabı?

 Öncelikle, dün bu challenge'a katılan blogları elimden geldiğince okumaya çalıştım ve çoğu kişinin cevabının Harry Potter olduğunu görünce nasıl sevindim anlatamam. Gizlice yoldaşlığa kabul edilmişiz gibi hissediyorum kendimi ^.^

  Ama bugünün cevabının da genelde Zümrüdüanka Yoldaşlığı olduğunu görünce şaşırmadan edemedim. Benim için kitap en az sevdiklerimden biri. Evet 7 kitap içinde en iyi kurguya, olay örgüsüne sahip olan kitap o. Hiç bir detay atlanmadan bir geçiş kitabı oluşunun hakkını fazlasıyla veriyor ama benim favorim olamadı. Sanırım bunda  yetişkinlerin daha önceki kitaba göre çok daha fazla yer alması, artık büyü dünyasının ve onun politikalarının tamamen içinde olmamızın, hemen her sayfada hissedilen düşmanlığın ve mücadelenin çokça etkisi vardır. Özellikle Umbridge sağolsun ( I must not tell lies. ) sinirden kudurarak okuduğum için sevemiyorum. Terslik var bende biraz evet.

Her neyse, biraz abarttım sanırım gelelim serinin en sevdiğim kitabına;


İlk kitap Felsefe taşı benim favorim arkadaşlar. Çünkü ilk göz ağrım, hepimizin büyü dünyasına adım attığı ve her şeyin yeni, farklı olduğu, tamamen yeni bir dünyayla ağzımız açık kalarak okuduğumuz kitap, 11 yaşında Hogwarts''tan mektup bekleme hayallerimizi - hatta belki yanında Hagrid'le birlikte - başlatan kitap. Her şey daha o kadar başındaki, o kadar umut dolu ki, ne ortalarda adam akıllı vücuda bürünmüş Voldemort, ne bakanlık, ne ciddi anlamda kötülük, ne de Harry'ye karşı herhangi (ikinci kitaptan itibaren aralıklarla ortaya çıkan) düşmanlıklar var. Bertie Botts un binbir çeşit şekerlemeleri var, çikolata kurbağalar var, Quidditch'i ilk kez görüşümüz ve Nimbus 2000 ve ilk zaferle biten karşılaşmamız var. Ve tabi ki kocaman cüssesi ve kalbiyle Hagrid ve sevgili köpeği Fang var. İlk kitap, ilk adımlar, ilk umutlar ilk zorluklar.. Böyle böyle devam eder bunlar, en iyisi artık susayım :)


Filmlerinden ne kadar haz etmesem de, ilk filmde bunlar bile ayrı tatlı!


Yarının sorusu: Sizi Mutlu Eden Bir Kitap?


 Sihirli Günler!

17 Eylül 2014

Kitap Meydan Okuması 3. Gün


Book Challenge'ın 3. gününden merhaba! Sizi bilmem ama ben bu etkinlikte baya bir eğleniyorum. Galiba ilk kez bir şeyi düzenli olarak yapıp sonuna ulaşacağım, bu büyük bir başarı benim için. Söz konusu kitaplar oldu mu akan sular duruyor demek ki ^.^ Her neyse..

Bugünün sorusu: En Sevdiğiniz Kitap Serisi?



Cevabım tabi ki Harry Potter. ALWAYS.

 Beni tanıyan hemen herkes Harry Potter'a olan sevgimi bilir, hatta yakın zamanda yaptırdığım dövmem sağolsun,tanımasalar da benimle ilgili öğrendikleri ilk şey HP oluyor. Halimden şikayetçi değilim tabi ki ama çoğu insanın neden bu kadar sevdiğimi anlamlandıramaması ve kimi zaman eleştiriye ve küçümsemeye varan yorumları sinirimi bozmuyor değil.

  Benim için Harry Potter sadece büyünün, alternatif bir dünyanın, fantastik yaratıkların yarattığı müthiş duygudan ibaret değil. Aynı zamanda sevginin, arkadaşlığın gücünü, ne yaparsa yapsın her zaman herkesten farklı olarak kalacak bir çocuğun yalnızlığını da ifade ediyor. Sevginin önemini küçük yaşlarda o kitapların sayfalarında öğrendim desem yanlış olmaz. Potter'la birlikte büyüdüm, onunla birlikte savaştım ve onunla birlikte sevdim. Hala da kendimi çokça mutsuz ve yalnız hissettiğim zamanlarda daha iyi hissetmem için kitaplardan birini açmam yeter.

 Sanırım Harry Potter'la küçük yaşlarda - hiç değilse ilk gençlik yıllarında - tanışmamış biri için bu kadar sevgi ve kendini özdeşleştirmek pek mümkün olmaz, o yüzden diğer insanların tepkilerini anlayabiliyorum. Yine de.. bu durum 50 yaşına gelsem de Harry Potter okuyacağım gerçeğini değiştirmiyor.

Alan Rickman da benimle aynı fikirde, huh ^^

Yarının sorusu : En Sevdiğiniz Serinin En Sevdiğiniz Kitabı? ( Biraz daha Harry Potter görmeye hazırlıklı olun ^^ )

Sihirli Günler!

16 Eylül 2014

Kitap Meydan Okuması 2. Gün


Merhaba! Bugün dünden belirttiğim üzere 2. günün sorusu: 3 Kereden Fazla Okuduğunuz Kitap? idi. 30 günün tüm sorularını yukarıdaki görselden bulabilirsiniz ama ben heyecan olsun diye sadece bir sonraki günün sorusuna bakıyorum, kendi kendime küçük sürprizler yaparak eğleniyorum ehe ^^

Gelelim bugünün cevabına,

  Sanırım okunacak kitabı hiç bitmeyen çoğu kitapseverin bir kitabı 3 kez ya da daha fazla okuması büyük bir lükstür. Ya da kitap gerçekten aşık olunabilecek kadar güzel olabilir. İşte burada benim için devreye Fernando Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı giriyor. Sanırım biraz hile yapıyorum çünkü kitaba 4 kez başlamış olmama rağmen her seferinde mutlaka son 50-60 sayfasını okumadan bıraktım. Galiba böyle yaparak kitabın hiç bir zaman bitmemesini falan sağlamaya çalışıyorum, bilemedim ^^ Ama 800 küsür sayfalık bir eser olduğunu düşünürsek benim 50-60 sayfalık hilem sayılmaz diye umuyorum ^^


İlerleyen bir zamanda kitap ve yazar hakkında ayrı bir övgü yazısı hazırlamayı planlıyorum, o yüzden şimdilik kitaptan bir alıntıyla bugünün yazısını bitireceğim.

 Asla bir geleceğe sahip olmamış olduğum günlerden birindeyim. Karşımda yalnızca, bir sıkıntı duvarıyla kuşatılmış, taş kesilmiş bir şimdi var. Irmağın karşı kıyısı, karşıda bulunduğuna göre, asla bu taraftaki kıyı değil; çektiğim acıların tek nedeni de bu. Nice limanlara yanaşacak gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana varmayacak, her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok. Üstünden çok zaman geçti bunların, ama benim hüznüm hepsinden eski.  -syf 17


   Yarının sorusu: Favori Kitap Seriniz?

Not: 2 gündür birbirinden huzursuz iki kitap seçtim, diğer günler de bu kadar karamsar olmaz umarım ^^

15 Eylül 2014

Kitap Meydan Okuması 1. Gün

Merhaba!

  Severek takip ettiğim bloglardan Zihnin Arka sokakları pek güzel bir Book Challenge ile bloggerlara meydan okumuş. Ben de yırtık dondan çıkar gibi bu eğlenceli işi üstüme alınıp kendi kendime yapmaya karar verdim :)  30 gün boyunca her gün kitaplarla ilgili bir soruya cevap vereceğiz. Belki bu sayede düzenli yazma alışkanlığı edinirim de aylarca boş bırakmam buraları. Eh, umut fakirin ekmeği ^.^

  Bugünün sorusu Geçen Sene Okuduğunuz En İyi Kitap Hangisiydi?

   Açıkçası geçen sene hangi kitapları okuyup okumadığım sevgili balık hafızam yüzünden pek aklımda değil ama ne okumuş olursam olayım hiç biri yılın sonunda tanıştığım Mine Söğüt'ün Deli Kadın Hikayeleri kitabını geçemez sanıyorum o yüzden cevabım bu olacak.


Kitap hakkında söylenecek çok şey var ama zannediyorum ki hepsi çoktan söylendi. Mine Söğüt'ün dili, kurgusu, kitapta yarattığı her biri diğerinden daha deli - belki de akıllı, bilemedim - kadın karakterleri hemen her sayfada yaşattığı o rahatsızlık hissiyle uzun bir süre boyunca favori kitabım olarak kalacak gibi görünüyor. Her hikayeye iliştirilmiş şiirler ve görseller ise tamamen ayrı bir hayranlık konusu.

 Sanırım bu kitabı mutlu bir döneminizde okuyup beyninize binlerce bıçak saplanıyorcasına mutsuzluğa saplanmanız, mutsuz döneminizde okursanız da umudunuzu kaybetmeniz ve kısa süreli akli dengenizi yitirmeniz mümkün. Eğer bir kitabın rahatsız ediciliği ya da deliliği ilginizi çekmiyorsa, hiç denemeyin derim.

 Çok manasız ve beceriksiz bir kitap yazısı olduğunun farkındayım zannediyorum ki yazmaya yazmaya ifade yeteneğimi de kaybettim, o yüzden en iyisi kitabın içinden bir şiirle ve görselle bu yazıyı tamamlayayım. :)



“Bir keresinde gölgeme gömülmüştüm.
 günler geceler boyu gölgemle sevişmiştim.
 korkma, demişti yılan gözlü falcı, kadın böyle bir şeydir.
 aşk diye diye kendini öldürür.
 defalarca ölmüştüm, her seferinde yeniden dirilmiştim.
 o yüzden biraz çürük kokar nefesim.
 içimde aşkla terbiyelenmiş cesedim.”

Bugünün sorusu ve benim cevabım böyleydi. 
Yarının sorusu ise:  3 Kereden Fazla Okuduğunuz Bir Kitap.



 Eğer siz de katılmak isterseniz bugünün ve tüm günlerin soruları için Zihnin Arka Sokakları bloguna uçuş yapabilirsiniz. Şahsen okuması da yapması da çok eğlenceli olacak gibi duruyor,  ^^

29 Temmuz 2014

İyi Bayramlar, Bayramı Olan Herkese..



  Yıllardır bayramları sevmediğimi ve kutlamadığımı beni tanıyan pek çok insan bilir sanırım. Pek küçükken biliyordum sanırım ne demek olduğunu, akraba komşu bayram alışverişleri harçlık heyecanları, hepsi tamdı. Nerede o eski bayramlar diyecek kadar bilincinde değildim yine de.

   Artık, bana sanki kendimi bildim bileli diyecek kadar uzun bir süredir bayramı sevmiyorum,bayramım olmuyor gibi geliyor. Ne kapı kapı dolaşılıp harçlığı beklenecek akrabalar kaldı, ne heyecanla çay kahve taşınacak komşumuz kaldı. Ki beni tanıyanlar yine bilir, ben ne kalabalığı severim öyle ne de samimiyetsiz hal hatır sormaları, misafirlikleri.

  Ama yine de insan istiyor ki, evinde bayramın geldiğini sadece arife gecesine kadar süren temizlikten anlamasın. İstiyor ki, ölümden döndüm travmalar atlattım artık biraz daha olsun yanımda olmaya çalışır deyip de aylardır haber alamadığı annesinden bir bayram MAİLİ gelsin. Gelse affedecek yine, sonrasında aylarca yazmasa da o gün için sevinecek. Bayram ya çünkü.. Kaç yıl elinden yemişim o dolmaları börekleri, insan bekliyor işte. 

  Ve insan istiyor ki, yine aynı travmaları en yakınında yaşayıp, haftalarca üzülen, artık her şeyin değiştiğini bundan sonra kimsenin kimseye küs kalmayacağını söyleyen ailesi bayrama, hiç olmadı ramazana kadar küs kalmamayı başarabilsin. Çikolatası şekeri, harçlığı gezmesi bahane.. İnsan istiyor ki Akşam eve geldiğinde babanın odasına kapandığı, halanın salonda çatacak yer aradığı, dedenin de uyuduğu bir sahneyle değil de, hadi kızım gel bayramlaşalım dediği bir sahneyle karşılaşsın.

  İstiyor ama olmuyor işte öyle istenen her şey. Ben de tüm geceyi uykusuz geçirip, evimin sessizliğini, içimin çığlığını bastırayım diye bütün gün oradan oraya, saçmalaya saçmalaya, konuşuyorum. Çünkü susarsam, isteyeceğim. Susarsam olmayacak, göreceğim. Susarsam, acıyacağım, acıyacak her şey. O yüzden işte, ben bu bayram çok konuşuyorum. Sizlere iyi bayramlar, var olan bayramlarınızın değerini bilin..

28 Temmuz 2014

Kitaplı Mim

Merhabaaa!

  Uzun zamandır yazmıyorum, artık sık sık yazacağım şöyle böyle diye bahane üretme aşamasını geçtim sanırım. Düzenli blog yazabilen insan değilim artık kabul ediyorum :( Halbuki yazacak o kadar çok şey var ki.. Ayda yılda bir yazıp aktif bir blogger olmayınca da mimlenmek falan hak getire tabi. Ben de istediğim mimi alır kendim yaparım diyorum o yüzden :) Artık yapmayan kalmadı sanırım ama içinde kitap geçtiğinden mütevellit ben de bir el atacağım izninizle. İyi okumalar.. :)



      Ne sıklıkla kitap okursunuz?

Bir kaç sene öncesine kadar haftada 2-3 kitap mutlaka bitiren, elimdeki kitabı bitireceğim diye uyumadan okula giden bir insanken son 1 yıldır ayda 1-2 kitap okuyacağım diye kendimi zorluyorum resmen. Neden böyle oldu bilmiyorum. Hayat gittikçe yoğun bir hal aldı, çalışmaya başladım, boş vaktim yok diye bahaneler uydurmaya hiç gerek yok zira boş vakit yaratmak çok zor bir şey değil. Kitap okumaktan eskisi kadar zevk almıyorum desem o da değil, elime aldığım anda mutlu oluyor yine saatlerce bırakamıyorum ama işte o kitabı eline almak mesele. Umarım kısa zamanda düzelirim çünkü okunacak çok kitap var!

      En sevdiğiniz yazarlar?

Yabancı kategorisinden Sylvia Plath, Georges Perec, Haruki Murakami, Fernando Pessoa, Neil Gaiman, Amelie Nothomb, Etgar Keret, Chuck Palahniuk ve pek tabi ki J. K. Rowling. (çok oldu burası tamam.)

 Yerli yazar kategorisinden ise Mine Söğüt, Sabahattin Ali, Hakan Günday, Cengiz Aytmatov ve Tezer Özlü.

      En beğendiğiniz kitaplar?

J. K. Rowling - Harry Potter Serisi
Etgar Keret - Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü
Mine Söğüt - Deli Kadın Hikayeleri
Haruki Murakami - Sahilde Kafka
Michael Ende - Momo
Amelie Nothomb - Yağmuru Seven Çocuk
Elliot Engel - Oscar Nasıl Wilde Oldu?
Georges Perec - Uyuyan Adam
John Fante - Toza Sor

      Yerli/Yabancı hangi yazarların kitaplarını tercih edersin?

Bkz. İlk soru

       Bugüne kadar en beğendiğin kitap serisi?

Harry Potter. Ehm. Yüzüklerin Efendisi ve Açlık Oyunları serisi de favorilerim arasında. Onların dışında da pek kitap serisi okumadım sanırım ama olsun.

      Daha çok hangi tarz kitap okumaktan hoşlanırsın?

Fantastik kitaplar okumayı çok seviyorum aslında ama çerez/bestseller tarzı olanlardan değil. Köklü fantastikler iyidir. Onun dışında mitoloji, efsaneler, tarihin ve kültürün farklı yönleri hakkında kitaplar okumaya da bayılırım. Bazı bazı da ruh halime göre depresif ve melankolik içerikli, hayatı ve insanları sorgulayan kitapları okumak iyi geliyor. Artık hangi tarza girer onlar bilemiyorum. Bkz. Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı ve Perec'in Uyuyan Adam'ı.

      En son hangi kitabı okudun?

Neil Gaiman - Yolun Sonundaki Okyanus ( Çok büyük beklentilerle okuduğumdan mıdır nedir ama yeterince iyi bulmadım bu sefer.)

      Şu an hangi kitabı okuyorsun?

Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni okumaya çalışıyorum. Ha bir de Yağmuru Seven Çocuk'u yeniden okuyorum.

     Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? Yeterli mi?

Ya benim ilgi ve merakıma hitap eden çok blog yok ya da gerçekten Türkiye'de kitap blogları yetersiz. Aslında pek çok kitap blogu görüyorum ama kaliteli ve özgün yorumlara sahip blog bulmak pek kolay değil malesef. Bulduğumda da önerdikleri her kitabı okuma listesine alıp her yazılarını ıncığına kadar okuyarak biraz abartıyor olabilirim. Bkz. Kitaplık Kedisi , Kediler ve Kitaplar , Okuyan Kedi ( ki kendisi aylardır hiç bir mecrada görünmüyor, nerelerdedir acaba? ) , Başucumuzda Kitap , Rafların Arasından vb.

      Kitap okumak senin için ne ifade ediyor?

Geldik en zor soruya. Kitap okumak benim için dünyanın en mutluluk verici eylemlerinden biri. Küçük yaşlarımdan beri - nasıl edindim o yaşlarda bu alışkanlığı hiç bir fikrim yok - gerçek hayattan uzaklaşmak, nefes almak, yeni dünyalar ve yeni hayatlar keşfetmek her zaman için müthiş oldu ve olmaya devam ediyor. Özellikle benim gibi hayal dünyası geniş bir insansanız ve günlük hayatın, tek bir hayat yaşamanın sıkıcılığında boğuluyorsanız kitap okuyarak yüzlerce hayatı birden yaşayabiliyorsunuz. Ne demiş adını hatırlamadığım birileri; '' Kitaplar insanların sihir yapabileceğinin kanıtıdır. '' Bu kadar basit..

   
Bu da bayram öncesi temizliğine bahane arayanlara gelsin :)

20 Nisan 2014

Gününe Gri Katmak İsteyenlere, London Grammar

 Evet sonunda kendimi toparlamaya başladım, iş aramalarına geri döndüm, uzun dönem planlarımı gerçekleştirmeye çalışıyorum ve uzuun bir aradan sonra Pazar müziklerinin ikincisini yazıyorum. :)


 Nedendir bilmiyorum ama Pazar günleri bana hep yağmurlu, gri, kasvetli ( ki en sevdiğim hava durumudur ) geçmesi gerekirmiş gibi geliyor. Yani al çayını kahveni, bir yanına kitabını diğerine kedini, akşama kadar miskin miskin günün tadını çıkarıp klişenin dibine vur :) Benim için Pazar günlerinin anlamı budur, ama karanlık bir hava olmayınca nedense bir şeyler eksik geliyor bana. Bir kaç tahtam eksik evet. Oluyor öyle.

Tamam 100+ degree olmadık daha ama bana bu bile çok sıcak!


 O yüzdendir ki kendi kasvetimi kendim yaratırım diyerek bu haftanın Pazar Müzikleri görevini London Grammar adlı geç tanıştığım müthiş gruba bırakıyorum. Kimine çok kasvetli gelmeyebilir ama nedense benim içimdeki yağmuru ortaya çıkardı, ruhumu burktu bu şarkılar. Adında London olmasının da etkisi olabilir tabi :)



Sesi kadar kendi de güzel solist ablamız Hannah. Diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim :D

 Siz de benim gibi sıcak havadan, baharından neşesinden çok haz etmeyip gününüze biraz gri katmak isterseniz, dinleyin London Grammar'ı, afiyetle dinleyin. Eminim bayılacaksınız :)





Geç dedim ama aslında kendileri de çok eski bir grup sayılmazlar, 1-2 sene içerisinde çokça ünleneceklerini, popüler kültüre malzeme olacaklarını ve önüne gelen herkesin bir şarkısını dinleyip ,ay ben çok seviyorum o grubu bik bik diye diye insanı dinlemekten soğutacaklarını düşünüyorum. O nedenle siz çok geç olmadan dinleyin sevin, sonradan sevenlere de ohoo ben sizden önce dinliyordum ki diye hava atın. Bu iyiliğimi de unutmayın! :)

Gri Pazarlar...